- Katılım
- Ocak 22, 2025
- Mesajlar
- 22,870
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 36
Sonra dünya İslam ile tanıştı. Adalet dünyanın temel referansı oldu. İnsanın üstün yaratılışı esas kabul edildi.
İslam'dan kendini mahrum bırakanlar huzursuzdu. Fakat İslam ile şereflenenler barış ve eman içinde yaşadılar.
Sonra insanın üstün yaratılışında menfaat görmeyen, aksine nefsin dinamiklerinde umarsızca savrulmaya hevesli olanları kafese almak isteyen kapitalizm hâkim oldu. Dayanışma yerini rekabete bıraktı.
Bıraktı ama insanlar adalet içinde yaşamanın da mümkün olduğunu görmüştü bir kere. İyi de kapitalizm gene güçlünün nizamına dönüş demekti.
Evvela kapitalistler ne yapmaları gerektiğini bilemediler. Doğalarının gereğini yaptılar. Birbirleriyle kapitalizmin arzu ettiği şekilde tokuştular ve akabinde dünya savaşlarıyla vuruştular.
Sonra çözümü yapay bir esneklikte buldular. Adalet talebini demokrasiyle karşılamaya karar verdiler. İmparatorluklar yıkıldı. Cumhuriyete geçildi.
Artık toplum, 'hür fertlerin' yüce muştular etrafında kenetlenmesi olarak değil, 'kalabalıkların' ekonomiye, kültüre, sanata ve bilime dair menfaatleri etrafında kümelenmesi olarak tanımlandı. Sonra toplum da öldürüldü (Margaret Thatcher- Birleşik Krallık Eski Başbakanı).
Kapitalizm toplumu bireye boğazlattı. Bireye gerçekte yalnızlaşma anlamına gelen aldatıcı bir özgürleşme vadederek bunu yaptı. İnsanın fıtratıyla kavga etmek yerine işine geldiği yerden fıtratı manipüle etmenin daha akıllıca olduğunu da böylece anladı.
Dünyanın yaratılışına yani kaynakların küredeki dağılımına uygun olarak küresel insan fikrini ve küreselleşmeyi benimsedi.
Artık daha akıllı olduğunu gücün nizamını, sistemler, kurumlar ve kurullar içinde gizleyerek işletmesiyle gösterdi.
Küresel rezerv ve uluslarüstü yapılar böylece ortaya çıktı.
Ortaya koyduğu aklın çalışması için tek bir kural vardı; kimseyi dışlamamak…
USD, Dünya Bankası, IMF, SWIFT gibi çeşitli ödeme sistemleri, Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü, Uluslararası Çalışma Örgütü, Uluslararası Adalet Divanı, ta FIFA'ya kadar birçok sistem, yapı, kurum ve örgüt böylece ortaya çıktı.
Ama sonra kapitalizmin aklı dumura uğradı. Çünkü gücün el değiştirebilir olduğu görüldü. Yani gücü kaygan bir yapıda olduğu anlaşıldı. Kapitalistlerin de gücün sahibine değil, güce iman ettiği… Böylece rekabetçi (yani kapitalist) bir jeoekonomik anlayış benimsendi. Bu da Trump ile başladı. ABD Luttwak'ın tezleri üzerinden ilerlemeye başladı.
(Ben de araştırmalarımı jeoekonomiyi de içine alacak şekilde genişlettim. Belirtmeliyim ki benim anladığım jeoekonomi dayanışmacıdır. Yani genel kavrayışın tam zıttıdır. Ama alana asıl ilgi nedenim Türkiye'nin bu başlıktaki analiz açığını doldurmak ve dünya ile arayı kapatmayı sağlamaktır.)
Tüm dünyayı şok etmesi gereken bir eylem yaptı Trump; Türkiye'yi ekonomik olarak tehdit etti. Olacak iş değildi. Dünya Bankası'na Türkiye'ye kredi vermeyi kesmesi talimatını verdi. İyi de Dünya Bankası Türkiye'nin de bankasıydı. Güya…
Trump da aslında güya olduğunu gösterdi. Herkes sustu. Aslında sadece sıranın kendilerine de geleceği gerçeği karşısında kulakları üstüne yattılar.
Nihayet Rusların varlıklarına el konulunca dünyanın en azından bir kısmı meseleyi anladı. Suudi Arabistan'ın petro-dolar anlaşmasını yenilememesi bu gelişmeleri ve daha fazlasını içine alan büyük bir geriplandan besleniyordu.
Örgütsel potansiyeli bakımından şimdilik düşük profilde tutulan BRICS gibi yapılara atfedilen önem de bu sayede arttı.
Bu arada Avrupa iradesini tümden ABD'ye devretmişti. Tam da sanırım bu ortamın kurulduğu günlerde eylem yapan insanların üzerine güçlü çeneli köpekler sürmek Avrupa'da moda oldu. Bunun şaşkınlık verici ve kabul edilemez olduğunu bir tek ben düşünmüyorumdur herhalde.
Eş anlı olarak Cumhurbaşkanı Sn Erdoğan'ın 'dünya beşten büyüktür,' tezi gelen alternatif değişiklik önerileriyle zemin bulmaya başladı.
Açıkçası kapitalizm meşruiyet krizi yaşıyordu. Rekabetçi tezler esaslı biçimde sorgulanıyordu. Bunun karşısında kapitalizm karakterinin huzursuzluğunu bastırmak yahut bastırır gibi yapmayı nihayet bırakıp boşladı. Akıbetinin belirsizliğinin verdiği iştahla huzursuzluğun zevkine varmak istiyordu.
Savaşlar geniş coğrafyalara yayılmak üzere en yumuşak yerlerden patlatıldı. Barış ihtimali yırtılıp çöpe atılan anlaşmalar ve patlatılan müzakerecilerle yok edildi.
Kaos büyütülüyordu. Müesses nizamın sistem, kurum ve kurullarının, gücün nizamından başka bir şeye hizmet etmediği artık herkesçe görülebiliyordu. Gene de UNRWA (Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu) personelleri Gazze'de katledilirken herkes hep yapageldiği gibi sustu. Ta ki Lübnan'ın işgali başlayana kadar.
Z Raporu bu yazıyı bana ısmarladığında UNIFIL'in (Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü) kapası işgalci İsrail tanklarıyla henüz yıkılmamıştı. Şimdiye değin kulağı üstüne yatanlar yatırılmayacaklarını gördüler.
Bugün artık dünya değişmiştir. Bu değişimi çokları henüz kabul etmeyecek, kimi iyiniyetli reform çağrısına karşılık bulamadığını görecek, kimi de bölgesinin ya da kimyasının tuttuğu ülkelerle demokratik örgütlenmelere taraf olacaktır.
İsrail, BM şartını yırttığı gün aslında eski müesses nizamı yıkmıştır. Bunu tek başına yapmamıştır. Bu işte ABD ve ABD'nin güdümündekilerle beraberdir. Büyük ihtimalle bu eylemden menfaat bekliyor olsalar da en büyük zararın kendilerine olacağını göre göre…
Yani kapitalizm kendi işleyen düzenini yıkmaktadır.
Sanırım bunun nedeni kapitalistlerin, kurdukları düzeni başkasının yıkmasındansa kendi elleriyle yıkmayı yeğlemeleridir.
İslam'dan kendini mahrum bırakanlar huzursuzdu. Fakat İslam ile şereflenenler barış ve eman içinde yaşadılar.
Sonra insanın üstün yaratılışında menfaat görmeyen, aksine nefsin dinamiklerinde umarsızca savrulmaya hevesli olanları kafese almak isteyen kapitalizm hâkim oldu. Dayanışma yerini rekabete bıraktı.
Bıraktı ama insanlar adalet içinde yaşamanın da mümkün olduğunu görmüştü bir kere. İyi de kapitalizm gene güçlünün nizamına dönüş demekti.
Evvela kapitalistler ne yapmaları gerektiğini bilemediler. Doğalarının gereğini yaptılar. Birbirleriyle kapitalizmin arzu ettiği şekilde tokuştular ve akabinde dünya savaşlarıyla vuruştular.
Sonra çözümü yapay bir esneklikte buldular. Adalet talebini demokrasiyle karşılamaya karar verdiler. İmparatorluklar yıkıldı. Cumhuriyete geçildi.
Artık toplum, 'hür fertlerin' yüce muştular etrafında kenetlenmesi olarak değil, 'kalabalıkların' ekonomiye, kültüre, sanata ve bilime dair menfaatleri etrafında kümelenmesi olarak tanımlandı. Sonra toplum da öldürüldü (Margaret Thatcher- Birleşik Krallık Eski Başbakanı).
Kapitalizm toplumu bireye boğazlattı. Bireye gerçekte yalnızlaşma anlamına gelen aldatıcı bir özgürleşme vadederek bunu yaptı. İnsanın fıtratıyla kavga etmek yerine işine geldiği yerden fıtratı manipüle etmenin daha akıllıca olduğunu da böylece anladı.
Dünyanın yaratılışına yani kaynakların küredeki dağılımına uygun olarak küresel insan fikrini ve küreselleşmeyi benimsedi.
Artık daha akıllı olduğunu gücün nizamını, sistemler, kurumlar ve kurullar içinde gizleyerek işletmesiyle gösterdi.
Küresel rezerv ve uluslarüstü yapılar böylece ortaya çıktı.
Ortaya koyduğu aklın çalışması için tek bir kural vardı; kimseyi dışlamamak…
USD, Dünya Bankası, IMF, SWIFT gibi çeşitli ödeme sistemleri, Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü, Uluslararası Çalışma Örgütü, Uluslararası Adalet Divanı, ta FIFA'ya kadar birçok sistem, yapı, kurum ve örgüt böylece ortaya çıktı.
Ama sonra kapitalizmin aklı dumura uğradı. Çünkü gücün el değiştirebilir olduğu görüldü. Yani gücü kaygan bir yapıda olduğu anlaşıldı. Kapitalistlerin de gücün sahibine değil, güce iman ettiği… Böylece rekabetçi (yani kapitalist) bir jeoekonomik anlayış benimsendi. Bu da Trump ile başladı. ABD Luttwak'ın tezleri üzerinden ilerlemeye başladı.
(Ben de araştırmalarımı jeoekonomiyi de içine alacak şekilde genişlettim. Belirtmeliyim ki benim anladığım jeoekonomi dayanışmacıdır. Yani genel kavrayışın tam zıttıdır. Ama alana asıl ilgi nedenim Türkiye'nin bu başlıktaki analiz açığını doldurmak ve dünya ile arayı kapatmayı sağlamaktır.)
Tüm dünyayı şok etmesi gereken bir eylem yaptı Trump; Türkiye'yi ekonomik olarak tehdit etti. Olacak iş değildi. Dünya Bankası'na Türkiye'ye kredi vermeyi kesmesi talimatını verdi. İyi de Dünya Bankası Türkiye'nin de bankasıydı. Güya…
Trump da aslında güya olduğunu gösterdi. Herkes sustu. Aslında sadece sıranın kendilerine de geleceği gerçeği karşısında kulakları üstüne yattılar.
Nihayet Rusların varlıklarına el konulunca dünyanın en azından bir kısmı meseleyi anladı. Suudi Arabistan'ın petro-dolar anlaşmasını yenilememesi bu gelişmeleri ve daha fazlasını içine alan büyük bir geriplandan besleniyordu.
Örgütsel potansiyeli bakımından şimdilik düşük profilde tutulan BRICS gibi yapılara atfedilen önem de bu sayede arttı.
Bu arada Avrupa iradesini tümden ABD'ye devretmişti. Tam da sanırım bu ortamın kurulduğu günlerde eylem yapan insanların üzerine güçlü çeneli köpekler sürmek Avrupa'da moda oldu. Bunun şaşkınlık verici ve kabul edilemez olduğunu bir tek ben düşünmüyorumdur herhalde.
Eş anlı olarak Cumhurbaşkanı Sn Erdoğan'ın 'dünya beşten büyüktür,' tezi gelen alternatif değişiklik önerileriyle zemin bulmaya başladı.
Açıkçası kapitalizm meşruiyet krizi yaşıyordu. Rekabetçi tezler esaslı biçimde sorgulanıyordu. Bunun karşısında kapitalizm karakterinin huzursuzluğunu bastırmak yahut bastırır gibi yapmayı nihayet bırakıp boşladı. Akıbetinin belirsizliğinin verdiği iştahla huzursuzluğun zevkine varmak istiyordu.
Savaşlar geniş coğrafyalara yayılmak üzere en yumuşak yerlerden patlatıldı. Barış ihtimali yırtılıp çöpe atılan anlaşmalar ve patlatılan müzakerecilerle yok edildi.
Kaos büyütülüyordu. Müesses nizamın sistem, kurum ve kurullarının, gücün nizamından başka bir şeye hizmet etmediği artık herkesçe görülebiliyordu. Gene de UNRWA (Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu) personelleri Gazze'de katledilirken herkes hep yapageldiği gibi sustu. Ta ki Lübnan'ın işgali başlayana kadar.
Z Raporu bu yazıyı bana ısmarladığında UNIFIL'in (Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü) kapası işgalci İsrail tanklarıyla henüz yıkılmamıştı. Şimdiye değin kulağı üstüne yatanlar yatırılmayacaklarını gördüler.
Bugün artık dünya değişmiştir. Bu değişimi çokları henüz kabul etmeyecek, kimi iyiniyetli reform çağrısına karşılık bulamadığını görecek, kimi de bölgesinin ya da kimyasının tuttuğu ülkelerle demokratik örgütlenmelere taraf olacaktır.
İsrail, BM şartını yırttığı gün aslında eski müesses nizamı yıkmıştır. Bunu tek başına yapmamıştır. Bu işte ABD ve ABD'nin güdümündekilerle beraberdir. Büyük ihtimalle bu eylemden menfaat bekliyor olsalar da en büyük zararın kendilerine olacağını göre göre…
Yani kapitalizm kendi işleyen düzenini yıkmaktadır.
Sanırım bunun nedeni kapitalistlerin, kurdukları düzeni başkasının yıkmasındansa kendi elleriyle yıkmayı yeğlemeleridir.